Fransa,  Seyahat

Paris Gezi Notları

Şıklığın, Lüksün ve Tasarımın Merkezi

Bu bizim üçüncü Paris seyahatimizdi ve itiraf edelim; “sanırım çoğu yere aşinayız, pek sürpriz beklememeli” diye düşünmedik değil. Ama bu düşüncenin ne kadar yersiz olduğunu şehre adım attığımız anda fark ettik. İkonik yapıları görmek, daha önce uğramadığımız müzeleri keşfetmek, onlarca farklı estoran, kafe, cadde derken — iyi ki gelmişiz dedik. Ee, ne demişler “Paris is always a good idea.”

Paris’e adım attığınızda şehrin o elegant ve “şıkır şıkır” havasını hemen hissediyorsunuz. Şehre bu havayı veren o geniş bulvarlar, zarif taş binalar ve simetrik meydanlar ise aslında 19. yüzyılda yapılan büyük bir kentsel dönüşüm projesinin eseri. Bu dönüşümün mimarı ise bir şehir plancısı olan, Baron Georges-Eugène Haussmann, yani kısaca Baron Haussmann.

1853’te III. Napoléon tarafından görevlendirilen Haussmann, o dönemin karanlık, dar ve sağlıksız Paris’ini modern bir başkente dönüştürmek için kolları sıvamış: Şehri geniş bulvarlarla bölmüş, yeni parklar ve meydanlar oluşturmuş, kanalizasyon ve altyapı sistemini baştan tasarlamış. Ayrıca şehre o meşhur Haussmann tarzı binaları kazandırmış: 5-6 katlı, kireçtaşı cepheli yapılar, katlar arasında hizalanmış balkon çizgileri ve çatı katlarında mansard çatılar… (Emily in Paris dizisindeki o romantik çatı katlarını hatırladınız mı? İşte onlar!)

Elbette bu dönüşümün bir bedeli de olmuş: Pek çok dar gelirli aile şehir dışına taşınmak zorunda kalmış. Yine de Haussmann’ın vizyonu sayesinde bugün Paris, dünyanın en planlı ve estetik şehirlerinden biri haline gelmiş ve ayrıca Paris, sadece Fransa’nın değil, dünyanın da en güçlü ekonomik merkezlerinden birine dönüşmüştür. Finans, moda, sanat, mimarlık ve gastronominin iç içe geçtiği Paris; yüzlerce müzesi, galerisi ve yemyeşil parklarıyla kültür ve nefes dolu bir şehir.

Günümüzde Paris, modernleşme, sürdürülebilirlik ve kültürel koruma arasında ince bir denge kuruyor: Elektrikli toplu taşıma sistemleri, yeşil alan projeleri ve sanatsal etkinliklerle şehir geleceğe hazırlanıyor.

Kısacası, Paris her seferinde yeniden keşfedilen bir şehir. O halde hadi gelin, Seine Nehri kıyısındaki bu büyüleyici şehri birlikte keşfedelim! 

Paris’e Ne Zaman Gidilir ?

Bana kalırsa Paris, gerçekten zamansız bir şehir. Yılın her dönemi, vaktinizi dolu dolu geçirebileceğiniz çeşitli aktiviteler sunuyor. Tabii, iklim biraz sert; kış aylarında şehre gittiğinizde soğuk hava ve kısa günler sizi karşılıyor, bu nedenle gezmek biraz daha yorucu olabilir.

Yaz ayları ise uzun gündüzleri ve parlak gün ışığıyla Paris’i ışıl ışıl keşfetmek için ideal, ama aynı zamanda şehrin en kalabalık dönemi olduğunu da unutmamak lazım.

Bana göre Paris’in en atmosferik zamanı ise sonbahar. Yapraklar dökülmeye başlasa da hava henüz çok soğumamış olur. Bu dönemde şehirde konserler, sergiler ve kültürel etkinlikler bulabilir, dökülen yapraklar eşliğinde sinematik kareler yakalayabilirsiniz. Parklarda yürüyüş yapmak veya Seine Nehri kıyısında dolaşmak için de hava koşulları oldukça elverişlidir.

Paris’te Ne Kadar Kalınır ?

Paris, hem büyük bir şehir hem de hareketli bir metropol. Şehri hızlıca görmek ve belli başlı noktalarını ziyaret etmek için 3 tam gün yeterli olacaktır. Ancak müzeleri detaylıca gezmek, turistik yerleri keşfetmek ve restoran-kafe deneyimlerini de dahil etmek istiyorsanız, 5–7 güne ihtiyacınız olacaktır.

Küçük bir not: Seyahatinizi Paris’te büyük fuarların düzenlendiği dönemlere veya Moda Haftası gibi etkinlik zamanlarına denk getirmemenizi tavsiye ederim. Hem konaklama normalden pahalı olur hem de yer bulmak zorlaşır.

Ayrıca, müzeler ve turistik yerler Fransa’nın resmi ve ulusal tatillerinde kapalı olabiliyor. Bu nedenle gezilerinizi bu tarihlere göre planlamak faydalı olacaktır. Özel günlerin listesini buradan inceleyebilirsiniz.

Paris’te Ulaşım

Paris’e İstanbul’dan direkt uçuşlarla kolayca ulaşabilirsiniz. Dönemsel olarak Ankara ve İzmir’den de direkt seferler düzenleniyor; bu nedenle seyahat tarihinize göre uçuşları kontrol etmekte fayda var.

Paris’te iki tane havalimanı bulunuyor: Ana havalimanı olan Charles de Gaulle (CDG) ve daha küçük olan Orly (ORY). Her ikisi de Zone 5’te yer alıyor ancak farklı yönlerde konumlanmış durumda.

Havalimanından Şehir Merkezine Ulaşım

Paris oldukça büyük bir şehir ve hem insan hem araç trafiği yoğun. Bu nedenle, havalimanından şehir merkezine ulaşırken Uber veya taksi kullanmak, özellikle valiziniz varsa oldukça konforlu bir seçenek olacaktır. Charles de Gaulle Havalimanı’ndan merkeze yaklaşık 50–60 Euro’ya, Orly Havalimanı’ndan merkeze ise yaklaşık 40–45 Euro’ya ulaşabilirsiniz.

Toplu taşımayı kullanmak isterseniz birkaç farklı seçenek mevcut:

RER B Treni

Charles de Gaulle Havalimanı’ndan şehir merkezine RER B treniyle doğrudan ulaşabilirsiniz. Yolculuk yaklaşık 45 dakika sürer ve ücreti 11,45 Euro’dur. Tren, şehir merkezindeki Châtelet–Les Halles durağına kadar gelir; burası birçok metro hattının kesişim noktası olduğu için gitmek istediğiniz yere kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

Orly Havalimanı’ndan merkeze gelirken de RER B hattını kullanabilirsiniz. Bunun için önce Orlyval adlı otomatik trene binip Antony istasyonunda inmeniz gerekiyor. Ardından RER B hattına geçerek Châtelet durağına 25–30 dakikada ulaşabilirsiniz. Bilet ücreti 12,10 Euro.

Havalimanı Otobüsleri

  • Charles de Gaulle – RoissyBus: Yaklaşık 1 saat sürüyor ve ücreti 13,70 Euro. Son durağı Opéra Garnier önü.
  • Orly – OrlyBus: Yaklaşık 30–40 dakika sürüyor ve ücreti 11,20 Euro. Son durağı Denfert–Rochereau. Eğer Montparnasse veya Latin Quarter dışında bir yere gidecekseniz, buradan aktarma yapmanız gerekir.

Şehir İçi Ulaşım

Paris’te metro, otobüs, tramvay ve RER trenlerinin tamamı Île-de-France Mobilités ağına bağlıdır, yani tek bir biletle tüm bu ulaşım araçlarını kullanabilirsiniz. RER trenleri bazen “havaalanı treni” gibi algılansa da aslında RER A, B, C, D ve E olmak üzere beş ana hattan oluşan bir banliyö tren sistemidir. Bu trenleri, şehir merkezindeki Zone 1–2 içinde metro gibi kullanabilirsiniz; yani metro, otobüs ve tramvaylarda geçerli olan tek yönlü veya günlük biletlerinizle RER’e binebilirsiniz. Ancak Zone 1–2 dışına, örneğin havaalanına gitmek istediğinizde, (havalimanları Zone 5’te bulunduğu için) o yolculuk için ayrı bir bilet almanız gerekir.

Şimdi, şehir içinde kullanabileceğiniz bilet türlerine ve kapsadıkları bölgelere daha yakından bakalım; çünkü biletler kullanım süresine ve bölgesine göre farklılık gösteriyor.

Tek Yön Bilet (T+ Ticket)

T+Ticket’ı tek yöne, şehir içinde kullanabilirsiniz. Ücreti 2,15 Euro. Bilet, Metro hatları, RER (Zone 1-2), otobüs ve tramvaylarda kullanılabilir. 90 dakika geçerlidir ve aynı ulaşım türü içinde aktarma yapılabilir.

Günlük Bilet (Navigo Jour) 

Günlük biletleri 1 gün boyunca, seçtiğiniz zone’lar içinde sınırsız kullanabilirsiniz. Fiyatları: Zone 1–2: 8,65 Euro, Zone 1–5 (yani havalimanları dahil): 20,60 Euro’dur. Eğer 3 gün boyunca şehirde gezecekseniz 3 günlük Zone 1–2 bilet, eğer o gün hem şehir içinde gezip hem de havalimanına gidecekseniz Zone 1–5 bilet alabilirsiniz.

Haftalık Bilet (Navigo Semaine)

Haftalık biletleri pazartesi gününden pazar gece yarısına kadar 7 gün boyunca Zone 1–5 arasında sınırsız kullanabilirsiniz. Ücreti 30,75 Euro. Bu bilet türünü kullanmanız için Navigo Découverte kartı (5 Euro) çıkarmanız gerekir. Kartı, RER veya metro istasyonlarındaki makinelerden alabilirsiniz.

Hop-On Hop-Off Otobüsler

Paris’te “Hop-On Hop-Off” otobüsler sightseeing bus olarak geçer ve belirlenen güzergâhlardaki turistik duraklarda sınırsız in–bin yapmanıza olanak tanır. Biletler genellikle 1, 2 veya 3 günlük seçeneklerle satılır. 

Başlıca firmalar: Big Bus, Tootbus, Foxity’dir. Otobüsler genellikle Tour Eiffel – Quai Branly durağından her 10–15 dakikada bir kalkar ve dilediğiniz durakta inip binebilirsiniz. Ayrıca Opéra Garnier, Louvre (Rue de Rivoli), Notre-Dame, Champs-Élysées (Arc de Triomphe önü), Trocadéro ve Musée d’Orsay gibi önemli duraklardan da kolayca binebilirsiniz. Biletleri online ya da duraklardaki satış noktalarından temin edebilirsiniz.

Paris’in Bölgeleri ve Konaklama

Paris, toplam 20 arrondissement’ten oluşuyor ve şehirde merkez sayılabilecek birkaç bölge mevcut: Louvre, Bourse, Hotel de la Villa ve Temple bu bölgelerin başında geliyor. Biz Bourse bölgesindeki Hotel Malte’de kaldık ve konumdan oldukça memnun kaldık. Eğer bu civarda kalmayı düşünüyorsanız, Hotel France d’Antin Opera ve Hotel Choiseul Opera da güzel alternatifler arasında.

Louvre bölgesinde konaklamak isterseniz önerilerim şöyle: WS Louvre -Saint Florentin, Hotel Duminy-Vendome, Hotel des Ducs D’Anjou, Hotel Louvre Piemont & Spa, Hotel Louvre Bons Enfants ve Hotel 85 Saint Honore.

Paris’in bir diğer dikkat çekici bölgesi ise Le Marais. Bu tarihi mahalle, Hôtel de la Ville ve Temple bölgelerinin bir kısmını kapsıyor. Paris’in sanat dolu yüzünü deneyimlemek isteyenler için harika bir seçenek.

Daha hesaplı bir konaklama tercih ediyorsanız, Panthéon bölgesini, Eiffel manzaralı bir otelde kalmak isterseniz, Invalides ve L’Élysée bölgelerini seçebilirsiniz. Bu bölgeler diğerlerine göre daha sakin ve insan yoğunluğu daha düşük. Önerilen oteller: François 1er, Hotel Thomieux, Hotel Plaza Elysees, Hotel Duquesne Eiffel, Eiffel Trocadero.

Kısacası, Paris’te konaklayacağınız bölgeyi seçerken gezilecek yerlere yakınlık, bölgenin atmosferi ve bütçeniz en önemli kriterler arasında.

Paris’te Gezilecek Yerler

Eiffel Tower

Tabii ki bir Paris gezisinin ilk duraklarından biri Eiffel Kulesi olmalı. Kuleyi en iyi açıdan görebileceğiniz yer ise Trocadéro Meydanı. Buradan, karşıdan tam anlamıyla Eiffel manzarasını yakalayabilirsiniz. Meydanın yakınındaki Av. de Camoens ise klasik karelerden uzak, daha özgün ve farklı perspektifli fotoğraflar çekmek için harika bir nokta.

Meydandan aşağıya doğru inerek kuleye yaklaşabilir, Seine Nehri kenarından güzel kareler yakalayabilirsiniz. Köprüyü geçtikten sonra ise karşınızda Eiffel Kulesi duruyor!

Kule üç ziyaretçi katına sahip:

  • Birinci kat: Teras katı, yürüyerek gezmek ve çevreyi hissetmek için ideal.
  • İkinci kat: Şehrin panoramik manzarasını rahatça görebileceğiniz ana kat; çoğu ziyaretçi buraya çıkıyor.
  • En üst kat: Şehrin tam tepesi, buraya sadece asansörle çıkılabiliyor.

Asansörle çıkmak kesinlikle daha konforlu; bilet ücretleri şu şekilde: ikinci kat için 23,10 Euro, en üst kat için 36,10 Euro. Biletinizi önceden online almak akıllıca, çünkü kuyruklar oldukça uzun olabiliyor. Detaylı fiyat ve saat bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz.

Yukarı çıktığınızda, Paris’in iş bölgesi olan La Défense manzarası karşınızda olacak. Ayrıca, Eiffel Kulesi’nin içinde yemek yiyebileceğiniz restoranlar da bulunuyor: birinci katta Madame Brasserie ve Gustave Eiffel Salon, ikinci katta ise şık bir deneyim sunan Le Jules Verne gibi seçenekler mevcut.

Kuleye çıkıp gezme işini tamamladıktan sonra, çevresindeki parkta dolaşabilir, atmosferi biraz daha soluyabilir veya Rue de l’Universite sokağına doğru ilerleyip Eiffel’in en çok fotoğraflanan açılarından kareler yakalayabilirsiniz. Sokaktaki Emily Kafe’de oturup bir kahve içmek de güzel bir mola alternatifi sunuyor.

Champs Elysees

Concorde Maydanı’ndan Arc de Triomphe’a kadar uzanan Champs-Élysées, şehrin en ünlü ve canlı caddelerinden biri. Cadde boyunca Louis Vuitton, Cartier, Dior gibi ünlü markaların mağazalarını, lüks kafeleri ve şık restoranları görebilirsiniz. Tarih ile modern yaşamın bir araya geldiği bu görkemli bulvar, Paris’in hem geçmişini hem de günümüz cazibesini hissetmek için harika bir durak.

Arc de Triomphe

Champs-Élysées Caddesi’nin sonunda yükselen Arc de Triomphe, Napoléon tarafından yaptırılmış bir askeri anıt. Anıt, Fransa’nın zaferlerini ve kahramanlarını onurlandırmak için inşa edilmiş. Ayrıca tepesine çıkarak caddeyi ve çevresini kuşbakışı izlemek de mümkün.Eğer George V metro durağında inerseniz, Champs-Élysées Caddesi’nin sonuna ulaşmış olursunuz ve kısa bir yürüyüşle Arc de Triomphe’a varabilirsiniz.

Louvre Museum

Louvre Müzesi, sadece Fransa’nın değil, dünyanın da en ünlü sanat müzelerinden biri. Müzeye adım attığınızda çoğu ziyaretçinin ilk durağı elbette Leonardo da Vinci’nin efsanevi Mona Lisa tablosu oluyor. Ancak Louvre bununla sınırlı değil; burada Venüs de Milo, Samothrake’in Zaferi, Napolyon’un Taç Giyme Töreni gibi birçok başyapıtı da görmek mümkün.

Müze, içindeki eserleriyle olduğu kadar binasıyla da oldukça ilgi çekici bir tasarıma sahip. 12. yüzyılda kale olarak inşa edilen yapı, zamanla bir kraliyet sarayına dönüşmüş ve 1793’te halka açık bir müzeye çevrilmiş.  Müzenin simgesi haline gelen cam piramit girişi ise 1989’da mimar I. M. Pei tarafından tasarlanmış. Tarihi dokuyu modern mimariyle harmanlayan bu zarif tasarım, Louvre’a günümüzdeki karakteristik görünümünü kazandırmış.

Louvre, binlerce eseriyle devasa bir müze olduğu için tek bir günde her şeyi görmek zor olsa da, en önemli bölümleri bir günde rahatlıkla gezmek mümkün. Biletler ve detaylı bilgiler için buraya bakabilirsiniz.

Jardin de Tuileries

Paris’in kalbinde, Louvre Müzesi’nin tam karşısında yer alan Jardin des Tuileries, şehrin en ikonik parklarından biri. Tarihi 16. yüzyıla dayanan bu klasik Fransız bahçesi, geniş yürüyüş yolları, simetrik havuzları ve heykelleriyle adeta açık hava bir sanat galerisi gibi.

Tuileries, Louvre turunuzun ardından biraz nefes almak ve Paris’in klasik zarafetini hissetmek için ideal bir durak.Paris’te park keyfini daha da uzatmak isterseniz, Jardin du Palais Royal veya şehrin sol yakasında yer alan Jardin du Luxembourg’u da ziyaret edebilirsiniz;

Orsay Museum

Orsay Müzesi, klasik müze binalarından farklı. Çünkü burası 1900’lü yılların başında tren garı olarak inşa edilmiş ve 1986’da müze haline getirilmiş. Eski tren garının yüksek tavanları ve geniş cam pencereleri, mekâna benzersiz bir atmosfer kazandırmış. Müzenin en ikonik noktası ise çatı katındaki dev saati, ziyaretçilere hem fotoğraf için harika bir kare sunuyor hem de müzenin tarihini hissettiren simgesel bir detay oluşturuyor.

Müze, özellikle Empresyonist ve Post-Empresyonist eserleriyle ünlü. Burada Van Gogh’un Yıldızlı Gece Tablosu, Monet’in Nilüferleri, Degas’ın Balerinleri ve Renoir’ın Dans Eden Çiftleri gibi başyapıtları görebilirsiniz. Bilet ücreti 15 Euro.

Centre Pompidou

Centre Pompidou, 1977 yılında Renzo Piano ve Richard Rogers tarafından tasarlanmış, ikonik renkli boruları, dışarıda görünen asansörleri ve yürüyen merdivenleriyle Paris’in modern sanat simgelerinden biri haline gelmiştir. 

Avrupa’nın en büyük modern sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapan merkezde, Picasso, Kandinsky, Chagall gibi ustaların eserlerini barındıran Musée National d’Art Moderne, müzik ve akustik araştırmalarına odaklanan IRCAM ve geniş bir koleksiyona sahip Bibliothèque Publique d’Information (BPI) gibi alanlar bulunuyor. Ayrıca yıl boyu geçici sergiler de düzenleniyor., benim bir önceki gezimde denk geldiğim Le Corbusier sergisi, mimarlar için özellikle oldukça ilgi çekici olmuştu.

Centre Pompidou, 2025 – 2030 yılları arasında tadilata girecek olması sebebiyle bu süre boyunca kapalı olacak. Koleksiyon ve etkinlikler Constellation programı kapsamında Fransa genelinde ve uluslararası alanlarda sergilenecek. Ekim 2025’te Centre Pompidou Because Beaubourg adlı etkinlikle kapanışa uğurlanmıştır.

Notre Dame Katedrali

Paris’in başyapıtlarından biri olan Notre-Dame Katedrali, şehrin tam ortasında, Île de la Cité adasında yer alıyor. Katedral, taş kuleleri, vitray pencereleri ve uçan payandalarıyla Orta Çağ döneminden kalma gotik mimarinin özelliklerini tam anlamıyla yansıtıyor. 

2019’da çıkan yangında ise Katedral’in çatısı ciddi zarar görmüş ve 2024’e kadar tadilat çalışmaları sürmüştür. Bizim gezimiz sırasında tadilat çalışmaları büyük ölçüde bitmiş olmasına rağmen, katedral henüz ziyarete açılmadığı için sadece dışarıdan görebildik. Resmî açılış tarihi ise 8 Aralık 2024 olarak belirlenmiştir. Yangından önceki halini de şöyle bırakayım.

Buraya kadar gelmişken, Katedral’in tam karşısında yer alan Shakespeare & Company kitapçısına da uğramanızı şiddetle tavsiye ederim. Sayısız yazara ve gezgine ilham olmuş bu yer, bohem havası ve sıcak atmosferiyle Paris’in en sevimli köşelerinden biri.

Montmartre ve Sacre Coeur

Paris’te biraz daha alternatif bir köşe gezmek ve sanat dolu bir atmosferin içinde kaybolmak istiyorsanız, Montmartre, yani Ressamlar Tepesi mutlaka listenizde olmalı. 

Bölgenin kalbi olan Place du Tertre Meydanı, her köşesinde tuvalini açmış ressamlarla, minik kafeleriyle ve enerjik kalabalığıyla adeta bir açık hava atölyesi gibi. Burada kahvenizi yudumlarken etrafı izlemek, Paris’in sanat dolu ruhunu hissetmenin en keyifli yolu. Üstelik, Café des Deux Moulins (ünlü Amélie filminin çekildiği kafe) ve tarihi Le Consulat gibi ikonik duraklar da tam bu civarda yer alıyor.

Geçmişte Picasso, Gertrude Stein ve Edith Piaf gibi sanatçıların oturup, uzun sohbetler ettikleri. La Maison Rose (Pembe Ev), Montmartre’nin en ikonik ve fotojenik köşelerinden biri.

Tepenin zirvesine çıktığınızda, Sacré-Cœur Bazilikası sizi karşılayacak. Bazilika’nın içine giriş ücretsiz ancak çok sıra olduğu için sabah erken saatlerde gitmenizi tavsiye ederim. Tepeden Paris manzarasını izlemek ise unutulmaz bir deneyim. 

Ayrıca buradan tren turuna katılıp Montmartre ve Pigalle bölgesini rahat bir şekilde gezebilirsiniz. Montmartre’ın eteklerinde bulunan Pigalle bölgesi, eskiden Paris’in eğlence ve kabare hayatının kalbiydi. Günümüzde ise daha turistik, biraz da asi bir havası var. 

Ve tabiki, Pigalle denince akla hemen  Moulin Rouge geliyor! Kırmızı yel değirmeniyle tanınan bu efsanevi kabare, 1889’dan beri Paris’in sembollerinden biri. Ayrıca burayı, başrollerinde Nicole Kidman ve Ewan McGregor’un yer aldığı “Moulin Rouge!” filminden de hatırlayabilirsiniz.

Opera Garnier

Paris’in en zarif ve büyüleyici yapılarından biri olan Opéra Garnier — ya da diğer adıyla Palais Garnier — altın varaklı tavanları, mermer merdivenleri, devasa kristal avizeleri ile adeta bir saray hissiyatı uyandırıyor. Yapının etkileyici kısmının ise Grand Staircase (Büyük Merdiven Salonu) olduğu söyleniyor. Ancak biz gittiğimizde tadilatta olduğu için göremedik – yine de diğer kısımların ihtişamı yetti de arttı bile!

Opéra Garnier aynı zamanda ünlü “The Phantom of the Opera” (Operadaki Hayalet) hikâyesine ilham veren yer. Binanın altındaki gizemli yeraltı gölü, efsanenin çıkış noktası olarak biliniyor — bu da yapıya ayrı bir mistik hava katıyor.

Binayı gezmek için rehberli turlar da düzenleniyor. Bilet fiyatları genellikle 15–17 Euro civarında değişiyor. Biletleri önceden online almakta fayda var, çünkü bina yoğun ilgi gördüğü için girişinde kuyruklar olabiliyor.

Ayrıca, Opéra Garnier’in konumu da oldukça keyifli. Hemen yakınında Galeries Lafayette ve Printemps gibi ünlü alışveriş merkezleri yer alıyor. Dolayısıyla, ziyaretin ardından Paris’in şık vitrinlerinde kısa bir alışveriş turu yapabilirsiniz.

Diğer Müzeler ve Saraylar

Paris’te sanat ve tarih neredeyse her köşe başında karşınıza çıkıyor. Bunlardan biri de görkemiyle göz kamaştıran Invalides (Hôtel des Invalides). Napoléon’un mezarına ev sahipliği yapan bu kompleks, aynı zamanda askeri bir müze.

Modern sanatı seviyorsanız, Palais de Tokyo tam size göre. Sürekli yenilenen sergileri, yaratıcı atmosferiyle çağdaş sanatın kalbi gibi. Hemen yanında bulunan Palais Royal ise klasik Fransız bahçeleri, zarif sütunları ve avlularıyla hem mimari hem de fotoğraf severler için keyifli bir nokta.

Paris’in kültürünü daha klasik bir perspektiften görmek isteyenler için Petit Palais ve Grand Palais ideal. Petit Palais, etkileyici bir sanat koleksiyonuna ev sahipliği yaparken; Grand Palais, geçici sergiler ve büyük etkinliklerle her zaman hareketli.

Ve tabii ki unutulmazlardan biri, Rodin Müzesi (Musée Rodin).  İçeride ise ünlü heykeltıraş Auguste Rodin’in detaylı koleksiyonu sergileniyor. Ünlü Düşünen Adam heykeli de bu müzenin bahçesinde yer alıyor. 

Eğer zamanınız varsa, şehir merkezinin biraz dışında yer alan Versailles Sarayı’nı da ziyaret edebilirsiniz. Fransız kraliyet tarihinin en görkemli sembollerinden biri olan bu saraya, Paris’ten RER C hattı ile Versailles Château–Rive Gauche istasyonuna yaklaşık bir saatte ulaşabilirsiniz. 

Kısa Kısa Bazı Notlar

Paris’te restoranlarda “une carafe d’eau” dediğinizde masaya ücretsiz sürahi su getiriyorlar — küçük ama işe yarayan bir bilgi!

Müzeler oldukça yoğun ilgi gördüğü için biletlerinizi önceden almanızı mutlaka tavsiye ederim. Ayrıca her ayın ilk pazar günü müzelere giriş ücretsiz. Ancak bazı müzeler pazartesi açık, salı kapalı olabiliyor; o yüzden gitmeden önce açık oldukları günleri kontrol etmekte fayda var.

Alışveriş için Rue Saint-Honoré, şehrin en şık caddelerinden biri. Hatta bana kalırsa Champs-Élysées’yi bile geride bırakıyor. Dünyaca ünlü markalar, zarif butikler ve lüks atmosferiyle Paris’in moda ruhunu en iyi hissettiren yerlerden biri.

Alışveriş demişken, Opéra Garnier yakınındaki Galeries Lafayette ve Printemps, çok katlı devasa alışveriş merkezleri. Bu büyük mağazalarda lüks markalar, parfümler ve özel koleksiyonlar bulabilir, teras katlarından Paris manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.

Châtelet, hem ulaşım açısından merkezi bir nokta hem de çevresinde sayısız kafe, mağaza ve sokak sanatçısıyla Paris’in canlı atmosferini yaşamak için harika bir durak. Akşam saatlerinde nehir kenarında yürüyüş yapmak, küçük barlarda oturup müzik dinlemek burada çok keyifli oluyor.

Châtelet’nin hemen yanında yer alan Hôtel de Ville ise Paris Belediye Binası şehrin en hareketli noktalarından biri. Her şehirde etkinliklerin kalbi sayılan bir meydan vardır ya, işte Paris’te o meydan burası — yazın açık hava konserleri, kışınsa Noel pazarı ve buz pisti kuruluyor. Buradan Seine Nehri kıyısına, Notre-Dame’a ya da Le Marais’nin dar sokaklarına yürüyerek kolayca ulaşabilirsiniz.

Seine Nehri boyunca yürüyüş yapmak ya da tekne turuna çıkmak da Paris’te yapılacak en keyifli aktivitelerden. Gün batımında nehir üzerindeki köprülerin altından geçerken şehri bambaşka bir perspektiften izlemek gerçekten unutulmaz bir deneyim.

Bu bölgeden yürüyerek ulaşabileceğiniz Le Marais, Paris’in sanatsal ruhunu hissedebileceğiniz bohem bir mahalle. Dar sokakları, konsept butikleri, sanat galerileri ve küçük müzeleriyle her köşesi ayrı bir karakter taşıyor. Picasso Müzesi, Carnavalet Müzesi ve çağdaş sanat galerileriyle dolu bu bölge, Paris’in kültürel kalbini oluşturan yerlerden biri.

Luxembourg bölgesinde yer alan ünlü Café de Flore, hem yerli halkın hem de turistlerin gözdesi. Kahvenizi yudumlarken Paris’in klasik kafe kültürünü hissedebilirsiniz.

Şehrin panoramik manzarasını izlemek isterseniz Montparnasse Kulesi’ne çıkabilirsiniz. Metro ile Montparnasse–Bienvenüe durağında inerek kolayca ulaşabilir, 56. kattaki seyir terasından Eyfel Kulesi’nin muhteşem siluetini izleyebilirsiniz.

Son olarak, eğer şehirde birçok müze ve turistik aktivite planlıyorsanız, The Paris Pass Card’ı değerlendirebilirsiniz. Bu kart, müzelere ve turlara ücretsiz ya da sıra atlamalı giriş sağlar; ancak şehir içi ulaşımı kapsamadığını unutmayın.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir